Kurucular dönemin Kudüs Kralı II. Baldwin'in huzuruna
çıktılar ve Birinci Haçlı Seferi'nin ardından Kudüs'e akın eden
Hıristiyan hacıların mallarını ve canlarını koruma işine talip
olduklarını belirttiler. Kral Tapınakçılar'ın ilk "Büyük Üstadı" olan
Hugues de Payens'i yakından tanıyordu. Kendilerine büyük destek verdi;
aynı zamanda onlara bir zamanlar Süleyman Tapınağı'nın yer aldığı
(Mescid-i Aksa'yı da kapsayan) bölgeyi tahsis etti. Büyük İslam
kumandanı Selahaddin Eyyubi'nin Hıttin Savaşı'nın ardından Kudüs'ü geri
almasına kadar geçen 70 yıl süresince "Tapınak Tepesi", Tapınakçılar'ın
merkezi oldu. Kendilerine "Süleyman Tapınağı" ile bağlantılı bir isim
verilmesinin nedeni de işte buydu. Özellikle burasını kendilerine üs
olarak belirlemeleriyse rastgele bir seçim değil, bilinçli bir tercihti.
Tapınak, Hz. Süleyman'ın gücünün bir simgesiydi; Tapınak'tan geriye
kalanlar ise büyük gizler barındırıyordu.
Kurucu şövalyelere göre, bir araya gelmelerinin, diğer bir deyişle bu
tarikatı kurmalarının amacı, kutsal toprakların ve Hıristiyan hacıların
güvenliğini sağlamaktı. Ancak Tapınakçılar'ın gerçek amacı çok
farklıydı.
Tapınakçılar'ın Amacı
O dönemde Kudüs'te Tapınakçılar'dan başka askeri tarikatlar da vardı.
Ancak onlar kuruluş amaçlarına uygun işlerle iştigal ediyorlardı.
Örneğin Tapınakçılar'la aynı dönemde kurulan ve büyük bir teşkilat olan
St. John Şövalyeleri ya da diğer adlarıyla Hospitaler Şövalyeleri örgütü
hayır işleri yapıyor, kutsal topraklardaki hastaların ve fakirlerin
yardımına koşuyordu. Diğer taraftan, 9 Tapınak şövalyesinin, ilan
ettikleri gibi, Hayfa'dan Kudüs'e kadar olan bir bölgeyi kendi başlarına
korumaları fiziksel olarak imkansızdı. Tapınakçılar'ın yardımseverlik
değil, aksine ekonomik ve siyasi çıkarlar peşinde oldukları açıktı.
Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan 33. dereceden büyük üstad
Albert Pike (1809-1891), masonluğun temel eserlerinden biri kabul edilen
Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabında, Tapınakçılar'ın
gerçek amacını şöyle açıklamıştır:
"1118'de, aralarında Geoffroi de Saint-Omar ve Hugues de Payens'in
bulunduğu, Doğu'daki dokuz haçlı şövalyesi kendilerini dine adadılar ve
Photius zamanından beri Roma'nın dinsel otoritesine gizli ya da açık
daima düşmanlık gösteren bir Piskoposluk olan Constantinople'nin
Patriğinin önünde ant içtiler. Tampliyelerin ilan edilen görevi, kutsal
yerleri ziyarete gelen Hıristiyanları korumaktı. Gizli amaçları ise,
Ezekiel'in haber verdiği modele uygun olarak Süleyman Mabedi'ni yeniden
inşa etmekti... Tapınakçılar, en baştan beri Roma'nın (Papalık) ve onun
krallarının egemenliğine karşıydı. Amaçları, zenginlik ve güç elde etmek
ve gerekirse savaşarak Kabalistik dogmayı yerleştirmekti."10
Her ikisi de mason olan İngiliz yazarlar Christopher Knight ve Robert
Lomas da, The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında
Tapınakçılar'ın kökeni ve amaçlarına yer vermektedirler. Onlar Pike'ın
verdiği bilgilere bazı ekler yaparlar. Yazarların tezine göre,
Tapınakçılar Kudüs'te bulundukları dönemde gerçekten de büyük bir
değişim yaşamışlar, Hıristiyanlık inancı yerine başka öğretiler kabul
etmişlerdir. Bunun temelinde ise, Kudüs'teki Süleyman Tapınağı'nda
"keşfettikleri bir giz" yatar. Zaten Tapınakçılar'ın Kudüs'teki asıl
hedefleri, Süleyman Tapınağı'nın harabelerini araştırmak olmuştur.
Yazarlar, Tapınakçılar'ın "Filistin'e giden Hıristiyan hacıları korumak"
şeklindeki görüntüsünün sadece bir kılıf olarak kullanıldığını,
tarikatın asıl hedefinin çok daha farklı olduğunu şöyle açıklarlar:
"Tapınakçılar'ın kurucularının herhangi bir zaman hacılara koruma
sağladıklarına dair hiçbir kanıt yoktur, ama öte yandan Herod
Tapınağı'nın (Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşa edilmiş hali)
yıkıntıları altında yoğun araştırma kazıları yaptıklarına dair son
derece ikna edici kanıtlar buluyoruz.
Bu konuda kanıtlar bulan yegane araştırmacılar The Hiram Key kitabının
yazarları değildir. Fransız tarihçi Gaetan Delaforge şu benzer yorumu
yapmaktadır:
"(Tapınakçılar tarikatını kuran) Dokuz şövalyenin gerçek amacı,
Yahudiliğin ve Eski Mısır'ın gizli geleneklerinin özünü içeren
kalıntılar ve yazıları bulabilmek için bölgede araştırma yapmaktı. Bu
özel görevi yerine getirdiklerine hiç kuşku yoktur
19. yüzyılın sonlarında Kudüs'te arkeolojik bir çalışma yürüten İngiliz
Kraliyet araştırmacısı Charles Wilson da, Tapınakçılar'ın Kudüs
Tapınağı'nın kalıntılarını araştırmak için oraya gittikleri kanısına
varmıştır. Wilson, Tapınak'ın temellerinin altında bazı araştırma ve
kazı izlerine rastlamış ve incelemeleri sonucunda bunların
Tapınakçılar'a ait araçlar olduğunu belirlemiştir. Söz konusu araçlar
halen Tapınakçılar hakkında büyük bir arşive sahip olan İskoçyalı Robert
Brydon'un kolleksiyonundadır.
The Hiram Key kitabının yazarları, Tapınakçılar'ın bu araştırmalarının
sonuçsuz kalmadığını, bu tarikatın gerçekten de Kudüs'te, "dünya
görüşlerini değiştiren" önemli bir şeyler bulduklarını yazmaktadırlar.
Pek çok araştırmacı da aynı kanıdadır. Tapınakçılar'ın Hıristiyan bir
dünyada doğmalarına, Hıristiyan kökenden gelmelerine rağmen,
Hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına
neden olan, onları sapkın ayinlere, kara büyü ritüellerine yönelten bir
"kaynak" olmalıdır.
İşte bu kaynak, pek çok tarihçinin ortak görüşüyle, Kabala'dır.
Kabala, kelime anlamıyla "sözlü gelenek" demektir. Ansiklopedilerde veya
sözlüklerde, Yahudi dininin mistik, ezoterik (batıni) bir kolu olarak
tarif edilir. Bu tanıma göre, Kabala, Tevrat'ın ve diğer Yahudi dini
kaynaklarının gizli manalarını araştıran bir öğretidir. Ancak konuyu
biraz daha yakından incelediğimizde, karşımıza daha farklı gerçekler
çıkmaktadır. Bu gerçeklerin bizi ulaştırdığı sonuç ise, Kabala'nın,
Yahudiliğin temeli olan Tevrat'tan da önce var olan, Tevrat'ın
vahyedilmesinden sonra Yahudiliğin içinde yayılan, "pagan" yani
putperest kökenli bir öğreti olduğudur.
www.spatyom.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder